24 Aralık 2013 Salı

6502 Sayılı Kanunun Getirdiği Yenilikler Hakkında Ufak Bir İnceleme

6502 Sayılı Kanunun Getirdiği Yenilikler Hakkında Ufak Bir İnceleme

4077 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun 1995 yılında yürürlüğe girdiğinden bu yana tüketici hakları konusunda Türkiye’de önemli bir gelişme kaydetmiş; 2003 yılında gerçekleştirilen kapsamlı değişiklikler de tüketici hareketine ivme kazandırmıştır. Ancak bu düzenlemelerin tümünün, AB mevzuatı ile uyumunun sağlanması için gözden geçirilmesi ve aynı zamanda kısa süre önce değişen Türk Borçlar Kanunu ve Türk Ticaret Kanunu hükümleri ile de uyumun sağlanması değişiklik ihtiyacını doğurmuştur. Bu kapsamda hazırlanan 6502 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun ve 28.11.2013 tarihinde Resmi Gazete ’de yayınlanmıştır. Kanun yayınlandığı tarihten itibaren 6 ay sonra yürürlüğe girecektir.
Bu yazımızda 6502 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun’ un getirdiği önem arz eden değişikliklerden kısaca bahsetmek istiyoruz.

Ayıplı Mal Karinesi (Madde 10)
6502 sayılı Kanun’un 10. Maddesinde ispat yüküne ilişkin düzenlemeler yapılmıştır. Bu bağlamda tüketici lehine getirilmiş olan bir ispat kolaylığı benimsenmiştir. Teslimden itibaren altı ay içinde ortaya çıkan ayıpların teslim anında var olduğu kabul edilmiştir. Kanun koyucu bir malın altı ay sorunsuz çalışmasını, hayatın olağan akışına uygun olarak kabul etmiştir. Bu süre içinde mal bozulmuşsa, kaynağında yani teslim anında var olan bir ayıbın yattığı sonucuna varmış ve satıcının bunun aksini ispat etmesi imkânının her zaman olduğunu belirtmiştir. Ancak bazı mallar açısından tüketiciye bu tür bir ispat kolaylığı getirilmesinin satıcıyı mağdur edebilmesi söz konusudur. Bu açıdan hâkimin, ayıbın ve malın niteliğini takdir ederek, ayıbın teslim anında var olduğu konusundaki ispat yükünün yine tüketicide olduğuna karar vermesi mümkündür. Ayıplı malda tüketicinin seçimlik haklarından faydalanabilmesi için ayıbı belirli bir süre içinde ihbar etmesi yükümlülüğü kaldırılmıştır.

Taksitle Satış Sözleşmeleri ve Tüketici Sözleşmeleri İçin de Getirilen Cayma Hakkı İmkanı (Madde 18 ve Madde 24)
6502 sayılı Kanun’un 18. maddesi ile 4077 sayılı Kanunda taksitle satışlarda yer almayan cayma hakkına ilişkin düzenleme getirilmiştir. 18. Maddenin birinci fıkrasında tüketicinin yedi gün içinde herhangi bir gerekçe göstermeksizin ve cezai şart ödemeksizin taksitle satış sözleşmesinden cayma hakkına sahip olduğu düzenlenmiştir. İkinci fıkrasında ise satıcı veya sağlayıcının cayma hakkı konusunda tüketiciyi bilgilendirmek zorunda olduğu da hüküm altına alınmıştır.
6502 sayılı Kanun’un 24. Maddesi yapılan düzenleme ile de ilk defa tüketici kredisi sözleşmelerinden on dört gün içinde cayma hakkı getirilmiştir. Bu husus kanun gerekçesinde şu şekilde ifade edilmiştir Kimi zaman tüketici kredisi sözleşmesi tüketicinin ödeme gücünü aşabilmektedir. Dolayısıyla tüketicilere, on dört günlük süre içinde düşünüp duruma göre cayma hakkını kullanma imkânı verilmiştir. Aslında tüketicilere cayma hakkı verilmesi kredi verenlerin de lehinedir. Zira bir kaç ay sonra ödeme güçlüğüne düşecek bir müşteri, kredi veren açısından riskli bir müşteri olacaktır. Cayma hakkının kullanıldığına dair bildirimin cayma hakkı süresi içinde kredi verene yöneltilmiş olması yeterli olacaktır.

Bankaların Yıllık Üyelik Aidatı Olmayan Kredi Kartı Seçeneği Bulundurması Zorunluluğu (Madde 31/3)
5464 sayılı Banka Kartları ve Kredi Kartları Kanununun 13. maddesinin ikinci fıkrası ve 24. maddesinin dördüncü fıkrası bankaların kredi kartlarından yıllık üyelik ücretleri almalarına imkân tanımaktadır. Bununla birlikte uygulamada bankaların düzenledikleri sözleşmelerde yıllık üyelik ücreti tutarını açıkça belirtmedikleri veya ilgili bölümü boş bıraktıkları görülmektedir. Bu durum da tüketici mağduriyetlerine sebep olmaktadır. Nitekim binlerce tüketicinin tüketici hakem heyetlerine ve tüketici mahkemelerine başvurduğu bilinmektedir. Bankaların bu uygulamasına yapılan itirazlar neticesinde konuya ilişkin Yargıtay 13. Hukuk Dairesinin 2.5.2008 tarihli 2008/4345 esas ve 2008/6088 karar sayılı Kararında üyelik ücretine ilişkin sözleşme şartı haksız şart olarak değerlendirilmiş ve tüketiciden üyelik ücreti alınamayacağına hükmedilmiştir. Buradan hareketle, 6502 sayılı Kanun’un 31. Maddesinin 3. Fıkrası uyarınca; kart çıkaran kuruluşların, tüketicilere yıllık üyelik aidatı ve benzeri isim altında ücret tahsil etmedikleri bir kredi kartı türü sunmaları zorunlu hale getirilmiştir. Ancak bu düzenleme, yıllık üyelik aidatlarını tamamen kaldırmaya yönelik değildir.

Konut Kredilerinde Erken Ödemelere İlişkin Düzenleme ile Erken Ödeme Tazminatına İlişkin Koşullar (Madde 37)
6502 Sayılı Kanun’un Tüketici Sözleşmeleri başlıklı dördüncü kısmının Konut Finansmanı başlıklı üçüncü bölümünde daha önce yer verilmeyen erken ödeme konusu 37. Maddede ayrıca ele alınmıştır. Bu hükme göre; konut kredilerinde tüketici vadesi gelmemiş bir veya birden çok taksit ödemesi yapabileceği gibi, konut finansmanı sözleşmesini feshederek kredi borcunun tamamını erken kapatabilecektir. Gerek taksitlerin erken ödenmesi gerekse kredi sözleşmesinin feshi nedeniyle kredinin tümünün erken geri ödenmesi halinde kredi veren, erken ödenen miktara göre gerekli faiz ve diğer maliyet unsurlarına ilişkin indirim yapma yükümlülüğü altına sokulmuştur. Bu bağlamda tüketicilerin erken ödemeye teşvik edilmesi amaçlanmıştır.
Aynı maddenin ikinci fıkrasında, erken ödemenin akdi faiz oranının sabit olduğu bir dönem içinde gerçekleşmesi koşuluyla konut finansman kuruluşunun erken ödeme tazminatı talep edebileceği yönünde düzenleme yapılmıştır. Ancak bu tazminat,  gerekli faiz indirimi yapılarak hesaplanan ve tüketici tarafından konut finansmanı kuruluşuna erken ödenen tutarın kalan vadesi 36 ayı aşmayan kredilerde %1’ini, kalan vadesi 36 ayını aşan kredilerde ise %2’sini geçemeyecektir. Hükmün son cümlesinde ise akdi faiz oranının değişken olduğu bir dönemde erken ödeme yapılması durumunda herhangi bir tazminat talep edilemeyeceğini hükme bağlamıştır.

Yukarıda inceleme konusu yaptığımız hükümler yeni veya eskiyi revize eden pek çok hüküm içeren Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun’un olumlu-olumsuz bütün yönleri uygulama sırasında göze çarpacaktır.
Av. Emre Esmer

2 Haziran 2013 Pazar

Tacirler Arasındaki Sözleşmelerde Uygulanacak Faiz Türü ve Faizin Başlangıç Tarihi


1.      FATURANIN İBRAZ TARİHİNDEN İTİBAREN ALACAĞA TEMERRÜT FAİZİ İSTENİP İSTENEMEYECEĞİ SORUNU

Vergi Usul Kanunu’nun 229-232’inci maddeleri arasında ele alınan fatura, satılan emtia veya yapılan iş karşılığında müşterinin borçlandığı meblağı göstermek üzere emtiayı satan veya işi yapan tacir tarafından müşteriye verilen ticari vesikadır.

Bu tanımlamadan çıkartılan sonuç uyarınca fatura malı satan ya da hizmeti sunan tarafından düzenlenmektedir.
Vergi Usul Kanunu’nun 229’uncu maddesinde faturanın tanımı yapılırken kullanılan “satılan emtia” ve “yapılan iş” ibareleri,
V.U.K.’nun 231. maddesinde geçen ve yukarıda da değinilen “Fatura, malın teslimi ya da hizmetin yapıldığı tarihten itibaren azami yedi gün içerisinde düzenlenir” hükmü,
232’nci maddesinde, satıcıların “sattıkları mallar” veya “yaptıkları işler” için fatura düzenlemeleri gerektiğinin belirtilmesi
ifadelerine dayanarak faturanın düzenlenmesi hakkındaki genel ilke mal teslimi ya da hizmet sunumundan sonra düzenlenmesi gerektiğidir.

Gerek faturanın malı satan ya da hizmeti sunan tarafından düzenleniyor olması, gerekse genel ilkeye rağmen faturanın mal satımı veya hizmet sunumundan önce düzenlenebilmesi faturanın delil olma değerini düşürmektedir. Bu bağlamda fatura tarihinden itibaren borçlunun temerrüde düştüğünün kabul edilmesi ve bu tarihten itibaren temerrüt faizi istenmesi de mümkün görülmemekte; Yargıtay kararları da bu hususu açıkça ifade etmektedir;

T.C. Yargıtay 13. Hukuk Dairesi’nin 22.6.1995 tarihli 1995/5731 E. ve 1995/6229 K. sayılı kararı[1];
“Muaccel bir borcun borçlusu alacaklının ihtarıyla mütemerrit olur.  ( BK. Madde 101 ) Faturanın bildirimi alacağın miktarını açıklayan bir bildirim niteliğinde olup sadece alacağın muaccel olduğunu belirtir. Anılan yasa maddesi uyarınca borçlunun temerrüdü için ayrıca alacaklının ihtarda bulunması gerekir. Temerrüt yönünden davacının bir ihtarının varlığı ortaya konmamıştır. O nedenle davalı borçlu ancak icra takip tarihinden itibaren temerrüde düşmüş sayılır ve bu tarihten itibaren alacağa faiz yürütülmesi gerekir.”



T.C. Yargıtay 13. Hukuk Dairesi’nin 24.06.2003 tarihli 2003/4526 E. ve 2003/8308 K. sayılı kararı[2];
“Dava alacak davasıdır. Fatura tebliği temerrüde neden olmaz. Davacı davalıya gönderdiği ihtarname ile 10 günlük süre tanımak suretiyle davalıyı 31.10.2000 tarihinde temerrüde düşürmüştür. Bu itibarla paranın ödendiği tarihe kadar ancak 2 günlük temerrüd faizi işleyebilir.”
İnceleme konusu yapmış olduğumuz bu Yargıtay kararları da göstermektedir ki; Yargıtay fatura ibrazını borçlunun temerrüde düşürülmesi için yeterli görmemektedir. Zira her iki Yargıtay kararı uyarınca da temerrüt faizi işletmenin temel koşulu Eski Borçlar Kanunumuzun 101. Maddesi uyarınca temerrüde düşürmeye yönelik bir ihtarın yapılmasıdır. Uyuşmazlığa konu yargılamanın temelini bir icra dosyası teşkil ettiğinden; öncesinde bir ihtarname çekilmemiş olması durumunda temerrüt faizi ancak ve ancak ödeme emrinin borçluya tebliğinden itibaren işletilebilecektir.

2.      TACİRLER ARASINDA TEMERRÜT FAİZİNE HANGİ FAİZ ORANININ UYGULANACAĞI SORUNU

            Faiz genel olarak kanuni faiz ve akdi faiz olmak üzere iki temel başlık altında ele alınmaktadır. Akdi faiz; taraflar arasındaki sözleşme ile kararlaştırılan oranı ifade etmektedir. Kanuni faiz ise 3095 sayılı Kanuni Faiz ve Temerrüt Faizine İlişkin Kanun ile düzenlenmekte olup bu kanun hükümlerince tespit edilmektedir. Tacirler arasındaki işlemlere uygulanacak faiz oranı da bu kanunun 2.maddesinin 2.fıkrasında düzenlenmiştir. Buna göre;

Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankasının önceki yılın 31 Aralık günü kısa vadeli avanslar için uyguladığı faiz oranı, yukarıda açıklanan miktardan fazla ise, arada sözleşme olmasa bile ticari işlerde temerrüt faizi bu oran üzerinden istenebilir. Söz konusu avans faiz oranı, 30 Haziran günü önceki yılın 31 Aralık günü uygulanan avans faiz oranından beş puan veya daha çok farklı ise yılın ikinci yarısında bu oran geçerli olur.

Bu hükümde sözü geçen en önemli kavram ticari iş kavramıdır. Ticari iş,TTK’da düzenlenen hususlarla, bir ticarethane veya fabrika yahut ticari şekilde işletilen diğer bir müesseseyi kısaca bir ticari işletmeyi ilgilendiren bütün muamele, fiil ve işlerdir. Bu çerçevede söz konusu olayımızdaki iş, her iki tarafı da tacir olan ve bir ticari işletmeyi ilgilendiren söz konusu işlerden olduğundan 3095 sayılı kanunun yukarıda sözünü ettiğimiz hükmü gereğince Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankasının kısa vadeli avanslar için uyguladığı faiz oranı uygulanacaktır. Bu oranın uygulanabilmesini Yargıtay da ticari işin taraflarının açık bir şekilde talebine bağlamış bulunmaktadır.

T.C. Yargıtay 13. Hukuk Dairesi’nin 31.03.2005 tarihli 2004/3526 E. ve 2005/1929 K. sayılı kararı;
“Davacı vekili dava dilekçesinde talep ettiği alacağa ticari faiz uygulanmasını istemiş, mahkemece ise reeskont faizi uygulanmasına karar verilmiştir. Öncelikle 3095 sayılı Kanuni Faiz ve Temerrüt Faizine İlişkin Kanun'da, talep edilen "ticari faiz" adlı bir faiz türü mevcut olmayıp anılan yasanın 4489 sayılı yasa ile değişik 1. maddesi ile, 1.1.2000 tarihinden itibaren Borçlar Kanunu ile Türk Ticaret Kanunu'na göre faiz ödenmesi gereken hallerde miktarı sözleşme ile tesbit edilmemişse kanuni faiz olarak T.C. Merkez Bankasınca kısa vadeli kredi işlemlerinde uygulanan reeskont oranının uygulanacağı, 2/I. maddesinde ise temerrüt faizi olarak 1. maddede öngörülen faizin uygulanacağı, 2/II. maddesine göre de ticari işlerde ancak talep edildiği takdirde T.C. Merkez Bankası'nın kısa vadeli avanslar için uyguladığı faiz oranının tatbik edilebileceği öngörülmüştür. Yasal düzenleme bu şekilde olmakla davacının talep ettiği faiz oranı netice itibariyle değişmemekle beraber 3095 sayılı Yasanın 4489 sayılı Yasa ile değişik 1. maddesinde belirtilen TCMB. nın uyguladığı reeskont oranını ifade eden yasal faiz olacağından, hükmedilecek faizin nitelendirmesinin de buna göre karar altına alınması gerekmiştir.”


3. FATURALARDA YER VERİLEN FATURA BEDELİNİN ZAMANINDA ÖDENMEMESİ DURUMUNDA VADE FARKI İSTENMESİ HAKKINDA

Taraflar arasında akdi faiz kararlaştırılmaması halinde yalnızca temerrüt faizi istenebileceği aşikar olup temerrüt faizinin hangi andan itibaren istenebileceği hususu da büyük bir sorun teşkil etmektedir. Yukarıda sözünü ettiğimiz üzere fatura tanzim tarihinin esas alınması mümkün değildir. Ancak uygulamada faturalarda sıkça gördüğümüz 8 gün içinde itiraz edilmediği takdirde vade farkı isteneceğine ilişkin ibare kafalarda soru işareti bırakmaktadır. Bu minvalde ortaya çıkan uyuşmazlıklar neticesinde Yargıtay Hukuk Daireleri arasında da net bir içtihat birliği oluşmamasından mütevellit Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kurulu söz konusu hususa dair bir İBK yayınlamak zorunda kalmıştır. [3]

Karar; taraflar arasında yazılı şekilde yapılmamış olmakla birlikte geçerli sözleşme ilişkisinden doğan uyuşmazlıklarda faturalara “bedelin belli bir sürede ödenmemesi halinde vade farkı ödenir” ibaresinin yazılarak karşı tarafa tebliği ve karşı tarafça TTK’nin 23/2 maddesi gereğince sekiz gün içinde itiraz edilmemesi halinde bu durum, sadece fatura münderecatının kesinleşmesi sonucunu doğurup, vade farkının davacı yanca kabul edildiği ve istenebileceği anlamına gelmeyeceği yönündedir.

Kurula göre fatura, sözleşmenin ifası ile ilgilidir. Faturaya sekiz gün içinde itiraz edilmemesi halinde, fatura içeriği kesinleşecektir. Fatura içeriğinden de anlaşılması gereken, sözleşmenin ifasıyla ilgili olarak, faturada yer alması olağan sayılan, malın cinsi veya yapılan işin adedi, türü, bedeli gibi hususlardır. Faturada, “gecikme halinde vade farkı alınır” kaydının bulunması ve bu kayda itiraz edilmemesi, faturada yer almasına rağmen, taraflar arasındaki sözleşmede düzenlenmemiş bir hususa ilişkin kaydın kabul edildiği anlamına gelmemektedir.


SONUÇ OLARAK              :
Söz konusu olayımızda faiz talebimiz taraflar arasındaki sözleşmede akdi faiz kararlaştırılmamış olması nedeniyle ancak ve ancak kanuni temerrüt faizi talebimiz olacaktır. Bu talebimiz de 3095 sayılı Kanuni Faiz ve Temerrüt Faizine İlişkin Kanunuyarınca ticari işlere uygulanan faiz uygulanacaktır. Bu oranlar da T.C. Merkez Bankası tarafından her yıl düzenli olarak belirlenmektedir. Faiz ile ilgili en temel olgunun faizin başlangıç tarihinin hangi tarih olduğu olgusu olduğu düşünüldüğünde de bu tarihin Türk Borçlar Kanunu’nun 117. Maddesi (Eski BK 101. Maddesi) uyarınca borçlunun ihtarı olduğunu belirlenmektedir. Somut olayımızda ihtar çekilmeksizin takip açılmasından ötürü talep edilecek faizin başlangıç tarihi TAKİP TARİHİ esas alınacaktır.


                                                                                               Stj. Av. Emre ESMER
EK BİLGİ                 :

Ø  T.C. Yargıtay 13. Hukuk Dairesi’nin 22.6.1995 tarihli 1995/5731 E. ve 1995/6229 K. sayılı kararı
Ø  T.C. Yargıtay 13. Hukuk Dairesi’nin 24.06.2003 tarihli 2003/4526 E. ve 2003/8308 K. sayılı kararı
Ø  T.C. Yargıtay 13. Hukuk Dairesi’nin 31.03.2005 tarihli 2004/3526 E. ve 2005/1929 K. sayılı kararı
Ø  T.C. Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kurulu’nun 27.6.2003 tarihli 2001/1 E. ve 2003/1 K. sayılı kararı




[1] Yargıtay’ın bu kararına konu olan ilk derece mahkemesi davası İTİRAZIN İPTALİ DAVASIdır.
[2]Yargıtay’ın bu kararına konu olan ilk derece mahkemesi davası ALACAK DAVASIdır.
[3]T.C. Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kurulu’nun 27.6.2003 tarihli 2001/1 E. ve 2003/1 K. sayılı kararı